29 Ekim 2014 Çarşamba

Samhain.

Bir köyde yaşıyorum, çok pis her yer.
1500'lü yıllardayım. 
 Ah, zamanın kokusunu bile alıyorum. Ama rahatsız olmuyorum, alışmışım çünkü. Sanıyorum ki 8 yaşındayım. Simsiyah atıyla bir kadın geliyor. Bizim simsiyah halimize kıyasla o bembeyaz, hiç bilmediğim, koklamadığım kadar güzel kokuyor.

Bizim evi bilir gibi hiçbir yere bakmadan içeri giriyor. Anne ve babamla sakin sakin konuşmaya başlıyor. Üçünün de gözleri bende. Annem ağlamaya başlıyor ama babam gülüyor, gülünce dişlerini görüyorum, simsiyah.
Zaten çok eşyam yok, yine pis bir çuvalın içine üç parça eşyamı atıyoruz ve beyaz kadın elimden tutup beni götürüyor. Dehşete düşmüş bir şekilde arkama bakıyorum. Kimse bana sarılmadı, elveda demedi. Annem ağlıyor. Babamsa simsiyah elinde parıl parıl parlayan sapsarı altınları sayarken bir yandan gülüyor.

Hızla uzaklaşıyoruz. Kadın o kadar güzel kokuyor ki kokusu üzüntümü, korkumu alıyor üzerimden. Kıpkızıl kıvırcık saçlarını koklamaya dalıyorum. Bir dere kenarında duruyoruz. İçinde eşyalarım olan çuvalı dereye atıyor, üzerimdekileri çıkarıyor beni bir güzel yıkıyor. Yepyeni, tertemiz kokan kıyafetler giydiriyor bana.

Bu süre zarfında sorularıma hiç cevap vermiyor, güzel yüzüyle tebessümlerin en güzelini sunuyor bana. Beni tekrar atının önüne alıyor ve yavaş yavaş gitmeye başlıyoruz. Bu sefer sormadan kendi anlatıyor.

-Biz özel insanlarız. Diğer insanlar gibi değiliz, bunu sen de biliyorsun.
-Doğadaki her şey benimle konuşuyor. 
-Bizim gibi özel güçleri olanlar sevilmez. Bizden korkuyorlar.

-Ben korkulacak kötü bir şey yapmadım, diye söze atılıyorum. 

-Yapmadığını ben de biliyorum. Ama onlar bilemez. Bizim türümüzün kötüleri de var ve gerçekten aklının alamayacağı kadar kötüler. Onlarla karşılaşmak istemezsin.
-Bizim türümüz derken ne demek istiyorsun?
-Biz diğer insanlardan farklıyız. Farklı güçlerle, farklı özelliklerle doğduk. Ailen bunu bildiği için seni bana verdi çünkü ben seni korumakla görevlendirildim. Bu durum seni korkutmasın. Seninle çok güzel zaman geçireceğiz. Şimdi sadece hayvanlarla konuşuyorsun, ileride daha fazlasını öğreneceksin.
-Ben her şey ile konuşuyorum. Her şeyin sesini duyuyorum.

Gözleri büyüyor ve şaşkınlıkla bana bakıyor. Bu kesinlikle beklemediği bir şey.

-Peki, böyle küçük bir yaştaki çocuk için biraz fazla. Başka ne yapıyorsun peki?
-İnsanları kontrol edebiliyorum. Vücutlarını hareket ettirebiliyorum.
-Göstermek ister misin?

Birden atın kayışını tuttuğu sağ kolu havaya kalkıyor. Sanırım indirmek için kendini zorluyor ama başaramıyor. İnanamayan gözlerle bana bakıyor.

Ormanın derinliklerindeki büyük çadırın önünde duruyoruz. Burası kısa süre kalacağımız yeni evimiz. İçeri girdiğimizde iki küçük kız daha var ve benden oldukça küçük görünüyorlar.
-Onlar da bizim gibi mi?
-Evet, onların da yetenekleri var ama senin kadar güçlü değiller. 

 Bunları söylerken gözleri parlıyor. Sanki ben bir yarışta kazandığı ödülmüşüm gibi bakıyor bana. İki gün burada kaldıktan sonra dere kenarına çıkıp yol boyunca ilerliyoruz ve yosun kaplı taş evin önünde duruyoruz.

İçerisi tertemiz ve mis gibi kokuyor. Güzel kokulu kadın üçümüzü de karşısına alıp konuşmaya başlıyor.

-Çocuklarım, artık dört kişiyiz. Bir aileyiz. Ben sizin annenizim ve siz benim çocuklarımsınız. Şimdi bir anlaşma yapacağız sizinle. Ne olursa olsun yanınızda ben yokken, benim iznim yokken güçlerinizi kullanmayacaksınız. Ne olursa olsun. Benim görevim sizi korumak. Sizi eğitmek. Biz farklıyız ve bu farklılığımız diğer insanları korkutuyor, onlara zarar vereceğimizi sanıyorlar ama biz öyle değiliz. Bana güvenmenizi istiyorum. İnanın bana sizleri gerçek anne ve babanızdan daha çok seviyorum. Ve sizi benden alırlarsa bu beni mahveder.

-Biz neyiz peki? Diye soruyor kızlardan biri.

-Cadıyız. Bizlere verilen bir hediye bu ve bunu değerlendirmeliyiz. Ama insanlar cadıları sevmez. Bizim cadı olduğumuzu anladıkları an bizi ölüme mahkûm etmek için ellerinden geleni yaparlar ve ben ölmemizi istemiyorum. O yüzden sadece ben yanınızdayken güçlerinizi kullanacaksınız. Kendinizi keşfedene kadar. 

Yıllar önce yazdığım ufak bir öykünün bir parçası bu. Devamı yok. Devamını "hayal-gücünüze" ve "hayal-gücüme" bırakıyorum. 

Ve devamını kendime Samhain hediyesi olarak armağan ediyorum. 
Ve de yıllar önce içgüdüsel olarak YERDENİZ serisine aşık olacağımı bilirmiş gibi yazdığım ufak hikayeleri Ursula K. Le Guin'e ithaf ediyorum. 



22 Ekim 2014 Çarşamba

YILDIZ TOZU

       Selamlar, 


       Havalar soğumaya başlamışken, bende de duygu değişimleri ön plana çıkmaya başlamışken kısa zaman içinde hissettiklerimi düşündüklerimi paylaşmak istedim bu yazımda.

        Her mevsim geçişlerinde olduğu gibi, pek çok git-gel yaşadım ruh dünyamda. Defterime, kağıtlarıma, kalemlerime, düşlerime yeniden merhaba dedim. Hayal ve gerçeklerin sınırında yürüdüm kısa bir süre. Kulaklığı her taktığımda hayallerimin kollarına bıraktım kendimi ve kulaklığı çıkardığımda "dank!" diye gerçeklik duvarıyla yüzyüze geldim. 





          İşte o anlarda, yine gerçeklikten uzaklaşıp bu parçayı dinledim. Kalabalığın içindeki yalnız ruhların şarkısını, gece karanlığında otoyol ışıklarının altında dinlenmesi gereken yegane şarkıyı. 


           Kendimi doğaya bırakmak istedim, neyse ki bunu yapabildim. 




Bunlar Kleopatra Çiçeği, inanılmaz güzel kokuyorlar. 







Yapraklara diyecek bir söz bulamıyorum, benim için en güzel ve anlamlı iletişim araçlarıdır onlar. Ve deli gibi yaprak biriktiririm, kütüphaneye kitapların arasına bırakırım, bulana ufak bir sürpriz olması için. 






Yoncalar ve kuru yapraklar, beni kendime getirdi. 


Bunların dışında, uzun zamandır yapmak istediğim bir şey daha vardı, sycorox 'un sayfasından görüp yapmaya can attığım bir şey, çok profesyonelce olmasa da denedim :) 



Hayallerimin gerçekleşmesi için yıldız tozlarını biriktirdim, en kısa zamanda kullanmayı düşünüyorum :) 

       Karamsar bir ruh haliyle başlayıp mutluluğumla biten bir yazı oldu bu, bir aylık süre içinde yaşadığım duygu değişimini, huzursuzluğumu ancak böyle üzerimden atabilirdim. 

       Attım da...

       Yağmurlu ve bulutlu günlerde görüşmek dileğiyle :)