26 Eylül 2014 Cuma

Bollywood Time!


     Merhabalaar :)

     Şu an bu yazıyı gök gürültülü yağmur eşliğinde yazıyorum, işte yazmak için bir neden :)
Uzun süre yazmamıştım, vakit bulamadım bir türlü ama aklımda sürekli yazacağım belirli konular vardı. Bir türlü karar veremiyordum, eve gelince yazmaktan vazgeçiyordum sürekli.

En sonunda sevgili Tansu'nun teşviki ile konuya karar verebildim.

Malumunuz, ben Hintlileri çok seven, kültürlerine ve müziklerine bayılan, filmlerini de büyük bir zevkle takip eden biriyim. Bu sevgimin kaynağına gelecek olursak eğer...

 Her şey Life Of Pi sayesinde oldu. Bu müzik ile;




    Bu müziği dinlerken Krishna ile tanıştım, Yashoda ile Krishna'nın ağzının içinde koskoca evreni gördük önce, ardından Ganesha, Hanuman. Krishna uzun bir süre favori Tanrılarımdan biri oldu. O Krishna idi, bense daima onun Radha'sı ( O zamanki aşık ruhsal durumumdan dolayıydı bu ehehe :) ) 

     Ve zamanla Hint kültürünü daha sever, daha benimser oldum. (Bunda reenkarnasyon düşüncelerinin büyük etkisi var tabiki :) )
     

     Bu sebeple hem bir tavsiye niteliğinde, hem de sevdiğim Hint filmlerini sizlerle paylaşma isteğim sebebiyle bu yazıyı yazmaya karar verdim.


     Aaja Nachle: Aslında Aaja Nachle pek ilgimi çekmiyordu, ama Madhuri Dixit hayranlığım beni filmi izlemeye sürükledi ve iyi ki izlemişim dedirtti her zamanki gibi. Yaşadığı şehri terkeden Dia (Madhuri Dixit), dans öğretmeninin öldüğünü öğrendiği için yıllar sonra Shamli'ye geri dönüyor ve üzerinde yıllarca severek dans ettiği antik tiyatronun yıkılıp yerine alışveriş merkezi (ne kadar tanıdık değil mi?) yapılacağını öğreniyor. Öğretmeninin vasiyeti yerine getirip bu durumu engellemeye çalışıyor ve ortaya videoda gördüğünüz, bir kısmını paylaştığım mükemmel ötesi "Leyla ve Mecnun" gösterisi çıkıyor. İnanılmaz zevkli ve müziklerinden ötürü yerinizde duramayacağınız bir film. 



Devdas: Devdas benim için ciddi anlamda çok önemli bir film. Ben 12 yaşlarımdayken hayatımda ilk defa bir hint müziği duymuştum ve sadece bir nakaratı kalmıştı aklımda. Aynı müziği yıllarca sadece nakaratını içimden tekrarlayarak söyledim ve bir gün tesadüfen açtığım Devdas'ın içinde buldum. Başrolde Madhuri Dixit, Shahrukh Khan ve Aishwarya Rai (<3) oynuyor. 
Küçüklüklerinden beri birbirine aşık olan Devdas ve Parvati'nin aşk hikayesi ve Devdas'a ümitsiz ve imkansız bir aşk besleyen Chandramukhi'nin hikayesi. Sanırım Aishwarya Rai'nin güzelliğinin tavan yaptığı bir zamanında çekilmiş, bi insan nasıl bu kadar güzel olabilir diye defalarca sorduğumu hatırlıyorum. 
Her Hint filminde olduğu gibi insanı farklı boyutlara götüren ve ciddi anlamda Hindistanın egzotik zamanlarında yaşama isteği uyandıran, buram buram Hindistan kokan bir film. Ayrıca kast sisteminin hala ne denli etkili olduğunun da göstergesi. Bu şarkı da 12 yaşımda dinleyip aşık olduğum şarkı; 
Ayrıca Madhuri Dixit'e söyleyecek bir söz bulamıyorum. Ne söylesem az. 

Guru: Guru da tıpkı Aaja Nachle gibi klibini görüp izlemeye karar verdiğim bir film. Aishwarya ile tanıştığım ilk film ayrıca. Guru'nun içeriği hakkında pek bahsetmeyeceğim, çünkü beni izlediğim diğer filmler kadar derinden etkilememişti. Ama bu klibi görür görmez açıp izlediğim de bir gerçek, keşke başladığı gibi devam etseydi, ama siz yine de izleyin :) 


Monsoon Wedding: En kısa hint filmi olmaya aday olabilir bence, çünkü Hint filmleri o kadar uzun oluyor ki. Kısalığını görünce şaşırmadım değil :) Aditi ailesinin bulduğu ve daha önce hiç görmediği Amerika'da yaşayan Hemant ile nişanlanıyor ve bu nişanlılık süresince Aditi'nin eski sevgilisi ile olan gel gitlerini, Hemant'la olan duygusal bağının oluşumunu izliyoruz. Ve "bu zamanda babana bile güvenmeyeceksin" cümlesinin gerçek olduğunu görüyoruz. Nasıl denk geldiğimi hatırlamıyorum ama iyi ki izlemişim dediğim filmlerden biri :) 


Yeh Jawaani Hai Deewani: Deepika Padukone'yi ilk izlediğim, Ranbir Kapoor için de nasıl olur da daha önce farketmem dediğim inanılmaz eğlenceli bir film. Dostluk bağlarının ne kadar önemli olduğunun ve gerçek aşkın araya mesafe ve zaman girse de asla sönmediğinin kanıtıdır diyebilirim. Madhuri Dixit kısacık görünse bile filmin havasını benim için tabii ki değiştirdi :) Hint filmlerinin olmazsa olmaz özelliğidir aile ve dostluk bağları, tıpkı bizim Yeşilçam filmleri gibi :) 


Rab Ne bana Di Jodi: My Name İs Khan filminden sonra Shahrukh Khan'ı izlediğim ikinci filmdi ve söylemek gerekirse eğer, Shahrukh Khan (bunu daima kadınlar için söylerler ama :) ) adeta şarap misali, "yıllandıkça güzelleşen" bir adam. Eski filmlerini izlemeye pek gönüllü değilim diyelim :) 
Bu filmde, Surinder (Shahrukh Khan) eski öğretmeninin kızı Taani'nin düğününe gider ve Taani'ye aşık oluverir. Damat tarafının düğüne gelirken kaza yaptığı ve herkesin öldüğü haberi gelince öğretmeni kalp krizi geçirir ve ölmeden önce kızının Surinder ile evlenmesini vasiyet eder. Surinder, Taani ile evlenir ama Taani'nin kendisine asla aşık olmayacağından emindir. Taani dans kursuna yazılır ve Surinder'in eşini "tavlaması" için bir yol bulurlar. Surinder kılık değiştirip Raj Kapoor adı ile eşini kendine aşık etmeye çalışacaktır. 
     Koskoca 3 saat süren bir film ama bir an bile sıkmıyor, teminat verebilirim :) Bu Surinder ve Raj'ı aynı anda görebilirsiniz :)





Lagaan: Aamir Khan denince akla gelmesi gereken filmlerden biridir kesinlikle. Hindistan İngiliz sömürgesi altındadır ve zaten yoksul olan köy halkına Lagaan adında tarım vergisi yüklemişlerdir. Köylüler isyan ederler ve orta yol bulmak isterler. 
Eğer kriket oyununda İngilizleri yenebilirlerse, 3 sene lagaan ödemeyeceklerdir. Konusu biraz sıkıcı gelebilir ancak tabii ki müzikleriyle danslarıyla resmen bir görsel ziyafet örneği :) 

Ve bu klip, en güzel aşk itirafından bile daha güzel :) 






Guzaarish: Önceden çok bilinen bir sihirbaz olan Ethan (Hrithik Roshan) gösteri sırasında geçirdiği kaza sonucu boyundan aşağısı felç kalır ve 12 sene boyunca bakıcısı Sofia ile beraber yaşar. Sofia onun eli ayağıdır ve aynı zamanda Ethan'a aşıktır. Ethan'ın ötenazi isteğini şiddetle reddeder. Ama Ethan tüm kuralları çiğneyip, mahkemece verilen kararları dinlemeyip ötenazi de kararlıdır. Sofia tabii ki Aishwarya Rai'den başkası değil, kim bu kadar harika dans edebilir ki? 





Barfi! : "Esas kız kimdi ya, ne zaman değişti bütün bu olaylar" dedirten ve bir dakika bile sıkmayan neşe ve duygusallık dolu bir film. Ranbir Kapoor, Barfi rolünde. Barfi'nin asıl adı Murphy, ancak sağır ve dilsiz olduğu için adını Barfi olarak söyleyebiliyor. Bu filmi anlatmayacağım, anlatıp büyüsünü kaçırmak olmaz ama Sağır ve dilsiz Barfi ile Otizmli Jhilmil'in aşk hikayesi var içinde, kesinlikle izlemeden geçmeyin :) 




Umrao Jaan: Sadece ama sadece Aishwarya Rai'nin mükemmel dansı için izlenmesi gereken bir film. Babasının bir düşmanı tarafından kaçırılıp geneleve satılan Umrao'nun, aşkı bulmasını ancak genelevde yaşadığı için sadakatine inanılmamasını anlatan bir dram. 



Taare Zameen Par: Bu filmde anlatamayacağım kadar çok gözyaşı dökmüştüm, kendimi bulduğum anlar da olmuştu "bir öğretmenin gelip senin hayatını değiştirmesi" konusunda. Aamir Khan'ın en güzel yapımlarından birisi, sahi bu adamın kötü bir filmi yok mu yahu! 
Beni en çok etkileyen kısım ise buydu, bu sahneden sonra durmadan ağladım desem yalan olmaz. Çok seviyorum çocukları ve bu bir film olmasına rağmen aynı durumu yaşayan çocukların olduğunu bilmek beni derinden etkiliyor. 



     Bu filmler dışında tabii ki de daha pek çok bilinen filmler var, ben sadece beni en çok derinden etkiliyenleri paylaşmak istedim. 
     Umarım izlersiniz, hint filmleri daima uzundur bazı sıkıcı ve gereksiz olduğunu düşündüğünüz kısımlar olabilir ama inanın ki hint filmlerinin hiçbir kısmı gereksiz değil, biz anlamasak da bazı sembollerle, bazı kelimelerle bizlere asıl iletilmek istenen mesajı veriyorlar. 
     Ben Life Of Pi'yi 4 defa izledim ve her defasında farkedemediğim detayları farkettim, deizmin kaç değişik şekilde ifade edilmeye çalışıldığını anladım. 
Uzun lafın kısası, bazı hint filmleri bakış açınızı, düşüncelerinizi ciddi anlamda değiştirebilir ;) 


Hoşçakalın :) 


14 Eylül 2014 Pazar

Zaman Yolculukları Güzeldir!

Bu hafta bir zaman yolculuğu kaçamağı yaptım :)

Zaman yolculuklarını daima sevmişimdir, tabi eğer geçmişe gidiyorsak. Küçüklüğümden beri geçmişte yaşadığımı hayal ederdim, bunda Loreena McKennitt’in etkisi oldukça büyük tabi. Her yolculuğa çıkışımızda arabanın kasetçalarında onun kaseti olurdu ve ben farkında olmadan geçmişe giderdim, o eski kıyafetleri giydiğimi, çıplak ayakla yemyeşil çimlerde koştuğumu, ormanda dev ve yosun tutmuş ağaçlara sarıldığımı hayal ederdim.

                Yaşım ilerledikçe bu durum acaba reenkarnasyondan mı kaynaklanıyor diye düşünür oldum ve iyice araştırmaya başladım. Bu düşüncem hala etkisini koruyor, hala “acaba olabilir mi?” diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü bu sevgiyi, bu özlemi ve bu değişik duyguları hala kendime nasıl açıklayacağımı bilemiyorum. Ama bu düşüncelerimi kendime saklamakla kararlıyım, doğru cevabı kendi içimde bulana kadar. :)

                Bu ara İzmir’e yağmur yağmaya başladı ve ben o kadar mutluyum ki, yeniden nefes alabiliyorum artık. Bugün ağaçların altında, yasemin kokularını ciğerlerimi çeke çeke (bu arada yasemin en sevdiğim çiçektir, ciğerlerim bayram etti :) ) dua ettim. Ellerimi yağmura açtım ve Tanrı’nın yağmurla avuçlarıma dokunup duama cevap verişini seyrettim.

                               “Sevgili, yüce doğa ana, yanımda ol ve beni sar, beni kolla” dedim. Bugün doğa ana beni hiç yalnız bırakmadı, sesini kokusunu benden esirgemedi.


                Ve ben aslında yaptığım zaman yolculuğunu anlatacaktım bu yazıda, nereden nereye geldim :) Her neyse, bu hafta çoook ama çooook sevdiğim ilk akınımı ortaokula giderken yaptığım ve sık sık ziyaret ettiğim Barış Manço sokağına gittim (Canım arkadaşımla elbette :) ) , iki veya üç katlı, rengarenk, bahçeli, bol çiçekli cumbalı evlerle donatılmış buram buram tarih kokan bir yer. Şöyle göstereyim;


Buna Moria'nın Kapısı diyorum ben, fantastik alemlere açılan gösterişsiz gizli bir kapı adeta :) 


Burası öğrenci yurdu olarak kullanılıyor, böyle bir yurtta kaldığınızı bir düşünsenize! 


Burası da harika sokaklarından biri. 


Vee asıl olan işte bu, sarmaşığın içinde kalmış bu saati görünce ikimiz de kendimizden geçtik adeta, bana 1800'lerde yaşadığım zamanları hatırlattı (!) Bu saati gördükten sonra aklımda saatlerce Demet Sağıroğlu'nun "Arnavut Kaldırımı" şarkısı çaldı. Bu sokaklar da klibini andırmıyor değil hani :) 



Klip de şurada duruversin, herkese mutlu ve bol yağmurlu haftalar dilerim :) 



8 Eylül 2014 Pazartesi

İkinci posta buyrun :)


      "Now i am strong, you gave me all" dedi Sia "My Love" şarkısında. Bu şarkıyı çok seviyorum, kış şarkılarımın vazgeçilmezlerinden biridir. Ben müziklerimi Yaz müzikleri, kış müzikleri, sonbahar müzikleri diye ayırdım. Yaz müziklerim ne yazık ki çok geniş değil. Sadece Hint müziklerinden oluşuyor. Bu da bir örneği :) Devdas filminden;     





      Ayrıca Bollywood yıldızlarından koyu bir Madhuri Dixit ve Aishwarya Rai hayranı olduğumu da belirtmeden geçemeyeceğim. Bu filmi o yüzden izlemiştim, iki dans kraliçesi, iki mimik ustası ve Hindu Tanrıçaları :) 





      Sonbahar gelince yavaş yavaş moda giriyorum, Ranarim dinliyorum mesela yada Garmarna. Sarı yaprakların üzerime yağdığını hayal ediyorum, Ekim Yağmurlarında ıslanıyorum.
      Zirveyi kışla yapıyorum ama, Faun'la başlıyorum (Hatta bazen Faun'dan başka bir şey dinlemiyorum.) (hatta şu an Faun'un yeni albümünü dinleyerek yazıyorum :) ), liste The Smiths, Nada, Omnia, The Moon and the Nightspirit, Beirut diye uzuyor.




      Şu fotoğrafı görüyor musunuz, öyle bir yere gitmeyeli o kadar uzun zaman oldu ki. Hep böyle yemyeşil olsun istiyorum etrafım. Şehirden, şehir insanından, telefon kablolarından, klima uğultularından, araba kornalarından uzak olmak istiyorum. 

      Fazla oksijenden burun deliklerim yansın istiyorum (ehiheih herkesin öyle mi bilmem ama benimki yanıyor :) ). Gökyüzü nadir mavi olsun, daima bulutlu olsun istiyorum. 

      Hayal kurmak ne güzel değil mi? Hayal kurmazsak ne istediğimizi bilemeyiz. Bu posta da hayallerimi sığdırdım, belki artık kalbime sığdıramadığım içindir bu. O kadar çoklar ki. 
      Bileni dağa, bayıra, bilmeyeni daha uzaklara uçuracak Oyneng Yar ile bitireyim bugün.

                                     


     Hayal kurmaktan sakın vazgeçmeyin :) 



7 Eylül 2014 Pazar

Tanışalım mı?



   
 Merhabalar :))
     Ben Cemre. Diğer adımla Fauniz. 27 Kasım 1992 tarihinde doğdum. Okulumdan da yeni mezun oldum, çiçeği burnunda bir işsizim yani anlayacağınız.
     Blog açma sebebim işsiz bir şekilde evde oturuyor olmam değildi elbette, çook uzun zamandan beri düşünüyordum ama bir türlü açacak hevesi kendimde bulamadım, içimdeki şevk bu günü bekliyormuş demek ki :)
     Müzik dinlemeyi ii-na-nıl-maz derecede seviyorum (dinlemenin yanında bir müzik aleti de çalabilmeyi çok isterdim tabi ki ama şimdilik sadece dinlemekle yetiniyoruz :) ), şu an bile yazarken dinliyorum hatta.  Müziksiz yapamam herhalde.
     Müzik zevkimin çok geniş olduğunu düşünüyorum ben, hatta müzik zevkimin babamdan geçtiğini söyleyebilirim. Ben çook küçükken Walkman'ime Dire Straits, Dr. Alban gibi grupların kasetlerini takıp beraberce dinlerdik. Ve bu müzik türüyle alakasız olarak en sevdiğimiz kaset Loreena McKennitt'in kasetiydi.
    Ortaokula başladığımdaysa kendimi birden "Rockçı" olarak buluverdim :) Enn enn sevdiğimm grup Linkin Park'tı, bilgisayar karşısında saatlerce hipnotize olmuş gibi kliplerini izler, ileride kadın vokal olarak gruba katılmayı hayal ederdim :) Lise hayatımın ortalarında bu kimliğimi de geride bıraktım ve Türkçe müziğe yönelip türkü ağırlıklı şarkılar dinlemeye başladım. Lise bittikten sonra üniversite işi biraz karışıktı o yüzden hiç girmiyorum, bir sene tekrar hazırlanmak zorunda kaldım ve ne olduysa o bir sene içinde oldu.
     Türkü dinlemeyi zamanla daha çok sever olmuştum, ama her ülkenin türküsünü dinlemekti amacım. İçimde gerçek anlamda bir boşluk hissediyordum ve yağmurlu bir gün (13 Nisan 2012 günü), hayatımı değiştiren grupla karşılaştım, Faun! İsmim de oradan geliyor zaten, Faun-ist gibi olmaması için Fauniz'e kaydırdım azıcık :)
     O günden beri de gitgide yeni gruplar keşfediyorum.
     Müzik dışında, tarihi yerleri, ağaçlı, çimli, yeşilli, yağmurlu, yosunlu, arnavut kaldırımlı, yani hayal kurmama sebep olacak her türlü yere gitmeyi, bir taşın üzerine oturup çevreyi seyretmeyi, ağaçlara dokunup ruhlarını hissetmeyi çook ama çook severim.
     Kitap okumayı da seviyorum tabi ki ama sanırım biraz fazla takıntılıyım, çok yakın arkadaşlarım dışında kimseye o sırada kitap okuduğumu, hangi kitapların bende olduğunu söylemem, paylaşamam -_-
     Bunları yapan birinin hayalsiz bir gece geçirmesini, hayal kurmadan hayatına devam etmesini bekleyemezsiniz herhalde değil mi :) Bazen hayalperestliğime ben bile şaşıyorum desem yeridir :)
     Tanışma faslı biraz uzun sürdü sanırım, umarım bu geçici bir heves değildir de kendimi daha net, daha ayrıntılı bir şekilde ifade edebilirim, sevdiğim filmleri, müzikleri, kitapları paylaşabilirim.
          Şimdilik bu kadar diyelim, en kısa sürede daha kapsamlı olarak görüşmek üzere  :)