21 Ocak 2015 Çarşamba

Baby, did you forget to take your meds?

      İyiyim, iyi değilim ama iyiyim.

      Çok iyiyim aslında, istediğim saatte yatıp kalkıyorum, bakmam gereken çocuk yok, akşama ne pişirsem derdi yok. Ders çalışma derdim, sınav stresim yok. İşe - okula geç kalma derdim yok. Hayatımın en güzel ve en tasasız zamanını yaşıyorum.

      Ama benim "huzurdan rahatsız olan bünyem" geceleri uykumu kaçırtacak, nefes almamı önleyecek, gözlerimi dolduracak her şeyi pat diye atıyor önüme.

      İş aramam lazım diyorum bi tarafımı da kaldırmak istemiyorum. Hayat benim için iki kısma yarılmış durumda. Gündüz ve gece.

      Gündüz normalim, kahve, çay yapıp misafir ağırlıyorum, evi toparlıyorum, markete gidiyorum.

(**Bu "normal" lafına da çok sinir oluyorum, neye göre, kime göre normal ya? Dünya üzerinde yaşayan insanların çoğuyla aynı zevke sahipsen, aynı şeyleri sevip aynı şeyi giyiyorsan, aynı müziği dinliyorsan, aynı damak tadına sahipsen - yani tuzlu ve tatlıyı aynı anda yemekten hoşlanmıyorsan.-, normal oluyorsun. Halbuki anlatamıyorsun, bunun normallik olmadığını. Tekdüzeliğin hayattaki en anormal, gereksiz ve zararlı şey olduğunu. )

       Herkes yattıktan sonra başlıyor hayatım resmen. Defterime sayfalarca yazı yazıyorum, sabaha kadar kitap okuyorum, film izliyorum, manyak gibi müzik dinliyorum, milyonlarca yeni kültür, yeni inanış, yeni hayat, yeni müzik keşfediyorum ve bunu "normal" hayatımda yapmak çok zor ( Film izliyorum demişken, bir keresinde hayatımın en gereksiz ve boş yaşayan insanlarından biri "Canım yaa, sen böyle hep film izliyorsun, bir sürü film biliyorsun ama ne gerek var yani git bi kafeye otur kahve iç, iki insan gör. İnan filmler hayatından 90 dakika çalmaya değmez." dedi. Kimseye ağzının payını verme gibi bir yeteneğim olmadığı için sustum yine.). Arada yine "ona" bakıyorum. Üçte yatıp dokuzda kalkıyorum ve yine "normal" hayatımı yaşamaya başlıyorum.
     
      Keşke hep gece olsa. İnsanlarla beraberken hiç kendim gibi değilim. Kendimi yapay zeka gibi görüyorum. Zeka anlamında değil elbette. Çevre tarafından beyni hamur gibi yoğurulmuş, löp edilmiş "Ay evet canım aa çok ayıp, haklısın, yaa evet çok yanlış, hıhı aynen ya..." diyen bi tip oluveriyorum. İğreniyorum o zaman kendimden. Ya benim etrafım kendi gibi olmayan bir görüşü kabul etmemeye programlanmış manyaklarla dolu, ya da ben manyağım. İnsanların sürekli kendi düşüncelerini başkalarına empoze etmek istemesine alışamıyorum.

      Gerçek düşüncelerimin, gerçek inanışlarımın kimse tarafından bilinmemesi, - belki de bilinmek istenmemesi- beni aslında "ben" olarak çok az insanın (bazen hiç kimsenin) tanıyor oluşu yıpratıyor.

      Nereye kadar gidecek bu anlaşılamama durumum deyip duruyorum.

      Kısacası dışarıdan bakıldığında "normal", ama iç dünyasında fırtınalar kopan "anormal" biriyim.

      Bir gün en çok duyduğum soru şu olacak;

Baby, did you forget to take your meds?


15 Ocak 2015 Perşembe

Merhaba,
Bu sefer başlıksız yazmaya karar verdim.
O kadar duygu yoğunluğu yaşadım ki bugün.

Ben kendimi ailenin antikası olarak adlandırıyorum, çünkü herkesin dinlemekten sıkıldığı anıları ben dinlerim, babaannemin eşarbından boncuk toplarım, dedemin çalışma masasından makarayı çaktırmadan çalarım,

Anneannemin eşarplarını alıp fular olarak kullanırım...

Bütün bunlar bana yetmiyor, geçmişimi, büyükannelerimin ve dedelerimin hayat hikayelerini dinlemeyi, eşyalarını o kadar çok seviyorum ki...

O yüzden babaannemi ve anneannemi bir kenara çekip (bir daha geri vermeyeceğimi söyleyerek - ki buna ikna etmek çok zor oldu.) bütün eski fotoğrafları topladım.





Baygın baygın bakışlarım ve gülünce çizgi haline gelen gözlerim hep aynıymış. 



Bu fotoğraf beni benden aldı resmen, sağdaki dedem. Yahu bir insanın dedesi bu kadar yakışıklı olabilir mi?? 


Bu da diğer dedem... Ben iki yaşındayken kısa bir süre Karadeniz'de yaşamıştık. O günlerden. 





Babaanneme benzetirler beni hep. 



Anneanneme de benziyor olabilirim, ailedeki herkese benziyorum ben. :)  


Bazı hikayelerimiz var, sanki ben yaşamışım gibi etkiler beni. Nedendir bilmiyorum küçüklükten beri hep duygusal ve ağlak biri olmuşumdur. 

Babaannem evlerini bırakıp Türkiye'ye göçtüklerini anlatırken sanki ben evimi, arkadaşlarımı bırakmışım gibi hüngür hüngür ağlarım. 


Dedemin ablasının memlekette kalması ve bir daha onu görememeleri beni derinden yaralar. Yani her göç hikayesinde olduğu gibi... 

Bazı geceler kulaklığı takıp kendimi babaannemin, anneannemin yerine koyarım ve gözlerim şişene kadar ağlarım. Ailenin antikasıyım evet...