23 Mart 2015 Pazartesi

Asleep

Sing me to sleep
Sing me to sleep 


Bu aralar bu sözleri aklımdan çıkaramıyorum...

Aslında yeni tanışmış sayılmam, The Smiths yıllardır benimle beraber. Ama bir türlü Asleep şarkısıyla nerede tanıştığımı hatırlayamıyordum.

Her şarkıyla ayrı bir tanışma hikayem var, bu yüzden müzik dinlemeyi çok seviyorum (Çünkü eskiden Shazam gibi bir nimete sahip değildim.) çünkü dinlemek için çabalıyorum. Şarkının adını ve kime ait olduğunu bulmak bazen aylarımı hatta yıllarımı (ki gerçekten bulması 10 yıl süren bir müziğim var o da
 bu - bunu başka bir zaman anlatmayı çok istiyorum. ) alıyordu. 

Günlerdir ruh gibi dolanıyorum çünkü gerçekten The Smiths beni çok derinden etkiliyor. Morrissey öyle bir adam ki sesini her duyduğumda gözyaşlarıma engel olamıyorum. (Zaten onun istediği de bu, acıklı sesiyle, acıklı sözleriyle... Ah adam sana kızsam mı sevsem mi bilmiyorum.) 

Asleep ile ikinci karşılaşmam The Perks of Being a Wallflower filmiyle oldu. Duyar duymaz "Ya ben bunu biliyorum, ama Smiths'ten dinlemedim, nereden biliyorum, nereden duydum, nereden nereden?" diye kendimi yerken sonunda hatırladım.

Yıllar önce Sucker Punch diye bir film izlemiştim, onun 
Soundtrack
 listesinde yer alıyordu. 

"Ehh, artık rahat rahat ölebilirim." dedim kendi kendime. 
Bu gece yatağa girince  I don't want to wake up / On my own anymore / Don't feel bad for me / I want you to know / Deep in the cell of my heart / I really want to go diyeceğiz Morrissey ile birlikte. 

Benim için The Smiths demek çok şey demekti bir zamanlar. Hala çok şey ifade ediyor ama aştım, aşıyorum. Sevdiğim bir grubu dinlememe kimsenin engel olmasına izin vermiyorum. 

Ah Morrissey, her şey senin için. Senin için anılarımı bir kenara bırakıp müziğinin ve sesinin kollarına koştum yine. Bu gece kulağımda sen ve acıklı sesin var. Bu gece yine beraberiz ve yine eteğimdeki taşları döküyorum sayende. Sen sadece ağzını oynatıyorsun ve tüm gizli düşüncelerim, sırlarım anında uçup gidiveriyor dudaklarımdan. Bazen beni kuyunun dibine batırıyorsun ve bazen de gökyüzüne merdiven dayıyorsun benim için. 

Ve hala Morrissey,  hala kendimi senden uzak tutamıyorum. 





16 Mart 2015 Pazartesi

LALELER


     Balkondaki saksılara yeni çiçekler ektim, her mevsim geçişlerinde karakterim değişiyor. Kışın doğadan çok uzaklaşmıştım, yağmur yağdıktan sonra fırlayıveren solucanları takip etmedim, arnavut kaldırımlarının arasından yeşeren yosunların fotoğrafını çekmedim, evden çıkmadım, kendimi şimdiki zamanın müziklerine kaptırdım. 

     Dönem dönem (bu genelde yazdan kışa ve kıştan yaza geçiş dönemlerinde oluyor) karakterimde ufak değişiklikler yaşıyorum, bu iyi yöne de oluyor kötü yöne de. Elimden engel olmak gelmiyor.

(Buraya kadar olan kısımda Gaia 'yı dinledim.)

     Bu sefer çok " şimdiki zaman " oldum, Paganizm'i bıraktım, kitapları bıraktım, bulutları bıraktım, şarkı söylemeyi ve günlük yazmayı bıraktım. En son ne zaman günlük yazdığımı hatırlamıyorum. 

     Belki de kış mevsimine kötü bir giriş yaptığım içindir bu durumum. Uzun zamandır Faun dinlemediğimi farkedince "Ben neredeyim?" diyecek kadar şaşırdım kendime. 

     Faun bir zamanlar hayatımdı benim, aşkımı, hayalimi, üzüntümü onlarla yaşadım. Her ruh halime uygun bir parçaları vardı. Herkese sevdirmek için çırpındım, fazladan bir kişiye ulaşsın diye resmen elimden geleni yaptım, Para almış gibi reklamlarını yaptım, sonra "Neden yapıyorum ki, bırak kendine kalsın, ne kadar az bilinirse o kadar değerli." politikamı devreye soktum ve kimseye anlatmamaya çalıştım. 

(Buraya kadar olan kısımda Karuna 'yı dinledim.) 

     Uzun zamandır dinlemediğim için bu ara yeniden çok dinliyorum, geçen zamanı telafi etmek istercesine, çiçeklerime de dinletiyorum. Çiçeklerim dediğim de, henüz filizlenmeye başlayan laleler. Renkleri bana sürpriz olacak. 
     
     Her sabah evden çıktığım andan itibaren kulağımda Faun olurdu, okulum şehrin biraz dışında, yeşilliğin, toprağın, doğallığın bol olduğu bir yerdeydi ve bu yüzden çok şanslıydım çünkü her sabah doğanın tüm güzelliği (buna deniz de dahil) gözlerimin önüne seriliyordu. 

     Özellikle yağmurlu havalarda Faun dinlemek en büyük mutluluğum oluyordu, yemyeşil çimlerin üzerinde ağaçların arasında zıplayarak Unda ' yı söylediğimi hayal ediyordum. Orman perisiydim ve solan her bitkiye, ölen her canlıya yaşamını geri veriyordum. İnsanlardan tamamen uzak fantastik bir evren kuruyordum kendime. 

(Buraya kadar olan kısımda Sieben 'ı dinledim.)

     Şimdiki zamanda yaşayıp geçmiş zamanın hayalini kuruyordum her zaman, hiçbir zaman tek bir kişi olmak istemedim, hiçbir zaman tek bir hayata, tek hayatın hayallerine sahip olmak istemedim. Dünyadaki her kültürde yaşamak istedim, tüm inanışlardaki Tanrı'ya,Tanrıça'ya, Tanrılara inanmak istedim, her ülkenin acısını yaşamak, her ülkenin toprağını koklamak istedim. Her ülkede aşık olmak, her ülkede ölmek ve bambaşka bir ülkede uyanmak istedim. Kendim olabileceğim her şekle girmek istedim, her kültürün türküsüne ağlamak, ölen her dilin canlı olduğu bir zamanda yaşamak, onlardan biri olmak istedim. 

     İçimden bunları isterken, dışımdan sabah 8 - akşam 5 "klasik", "normal" bir işe girebilmek için çaba harcamam gerekiyordu. 

     Ben güçlü bir insan değilim, hayatın güçlüklerinin altından çok kolay kalkamam, her şeye ağlar üzülürüm, bu yüzden içimden bunların hayalini kurarken dış dünyada bundan bir haber olacak insanlarla bütün bir günümü, bütün bir ömrümü geçirmek beni çok zorluyor. Nasıl tahammül edeceğimi bilmiyorum. 

     En kötü huylarımdan biri, sevmediğim bir müziği duymaya katlanamıyorum. Müzik duygu barındırır, sözlerini anlamasak bile bazı şarkılar ezgileriyle anlatır bize dertlerini. 

     Katlanamıyorum ya, katlanamıyorum duygudan uzak, herhangi bir müzik aletinin sesinin işitilmediği "şarkıları" duymaya. 

(Buraya kadar olan kısımda Tinta 'yı dinledim.) 

     Bazen herkesten uzak kalmak istediğim bir anda en yakın dostum, kendim, kitaplarım. müziklerim ve yeni ektiğim lalelerim oluyor. Kimi zaman kimseyi görmek istemiyorum, Lisa ve Fiona'dan başka insan sesi duymak istemiyorum. Bazen şimdiki zamana ayak uydurmakta çok zorlanıyorum. Bazen odamdan dışarı adım atmakta bile zorlanıyorum. 

     İyi ki müziklerim, kitaplarım ve büyümeye çalışan lalelerim var. Belki ben de onlarla beraber biraz büyürüm ve insanlarla yaşamayı öğrenirim. 

     Belki. 

(Das Tor)

15 Mart 2015 Pazar

Be Careful What You Wish For & Odissi - Sujata Mohapatra

Dileklerim hiç bitmiyor - herkes gibi.
Yada sanırım dileklerim beni tatmin etmiyor.
Yani dileklerimin gerçekleşmesi.
O kadar çok şey diliyorum ki, o kadar çok şey hayal ediyorum ki. Tabi hayallerimin çoğu gerçekleşmiyor ama gerçekleşenlerin hayallerimdeki gibi toz pembe olmamasından çok korkuyorum. Hayallerimde her zaman mutlu oluyorum ama hayalim gerçek olunca çok fazla mutlu olmuyorum.



Dileklerimde hiçbir zaman aynı ülkede olmuyorum, ya Ortaçağ Avrupasında yaşıyorum, ya İspanya'da yaşayan bir seferadım, ya Vikinglerin bir üyesiyim, ya Balkanlarda yaşayan beyaz yazmalı bir kızım yada Hindistan'da Odissi'ye gönül vermiş biriyim.



Bu arada, Odissi gerçekten gönül vermeye değer bir şey. Belki de şu yaşıma kadar yapma hayalini kurduğum en güzel şey. Çok fazla bilgi toplayamadığım için bir şey yazmayı düşünmüyordum.

Doğu Hindistan'da yeşeren, 4000 yıldır tapınaklarda yankılanan, Tanrı ve Tanrıçaların hayat hikayelerini, başlarından geçenleri ve yaşadıkları aşkları hürmetle sunma dansıdır. Tanrılara olan duaların ruhtan çıkıp vücut bulma halidir.

Her hareketin, her parmağın, her adımın, her bakışın bir anlamı, bir dili vardır.

Guru Sujata Mohapatra:




Ve kendi ağzından Odissi anlatımını buradan izleyebilirsiniz.